Son günlerde, Orta Doğu’da yaşananlar, uluslararası medyanın gündemini adeta ele geçirmiş durumda. Özellikle İsrail’in İran’a yönelik operasyonları, Gazze’deki çatışmalarla birleşince, bölgedeki dinamikler derin bir şekilde sorgulanmaya başlandı. Peki, tüm bu karşıtlıklar ve uluslararası gerilimlerin arkasında yatan gerçekler neler? İsrail’in İran’a saldırılarıyla birlikte Gazze’yi gölgelemesinin ardındaki asıl stratejik hedef ne? Bu yazıda, bu sorulara yanıt arayacağız.
İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, son yıllarda artış gösterdi ve bu durum, bölgedeki jeopolitik dengeleri sarsarak yeni tartışmalara yol açtı. İran, Suriye’deki milis güçlerine destek vererek, İsrail’in sınır güvenliğini tehdit eden bir aktör haline geldi. Ülkedeki nükleer programı ise, Batı ile olan ilişkilerini son derece gergin bir noktaya taşıyor. Tüm bu sebepler, İsrail’in İran’a yönelik saldırılar gerçekleştirmesinin ardındaki temel dinamikleri oluşturuyor. Ancak bu hamleler, sadece İran ile sınırlı kalmıyor; bölgedeki diğer aktörleri de derin bir şekilde etkiliyor.
Özellikle Gazze’deki Filistin gruplarının, İran’dan aldıkları desteklerin artması, İsrail’in stratejisini daha karmaşık hale getiriyor. Gazze’deki Hamas ve Cihad-ı İslami gibi gruplar, İran’ın sağladığı askeri malzeme ve finansal destekle, İsrail’e karşı daha etkin bir direnç göstermeye başladılar. Bu durum, İsrail için bir tehdidin ötesinde, bölgedeki kontrolü sağlama çabalarının daha acil hale gelmesine neden oldu. İsrail’in, İran’a yönelik düzenlediği saldırıları, Gazze’deki bu hareketliliği gizlemek ve sahada hakimiyet sağlayarak durumu kendi lehine çevirmek adına bir araç olarak kullanması muhtemel bir strateji olarak öne çıkıyor.
İsrail’in tek bir hedefe yönelmeyen geniş kapsamlı stratejisinin temelinde, hem İran ile doğrudan bir hesaplaşma hem de Gazze’deki Filistin direnişiyle mücadele odaklı bir yaklaşım yatıyor. İran’a karşı savaş açmak, aynı zamanda Gazze’deki grupların elini zayıflatmak olarak da değerlendirilebilir. Bu bağlamda, İsrail’in bu tür saldırıları, bölgedeki güç dengesini kendi lehine çevirmek amacıyla, özellikle de iç politikada bir konsensüs sağlamaya yönelik bir adım olarak değerlendirilmektedir.
Gazze’nin yeniden gündeme gelmesi ise, yalnızca askeri bir çatışma meselesi değil; sosyal ve insani boyutları da olan karmaşık bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Gazze’deki insani kriz, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmekte ve bu durum Uluslararası Çocukları Koruma Derneği gibi birçok kuruluşun gündeminde. Savaşın en çok etkilediği kesimlerin başında gelen çocukların durumu, dünya genelinde ciddi yankılar uyandırmakta. Ancak, tüm bu insani durumlar ve yardımlar, İran’a yönelik saldırıyla birlikte gölgede kalmakta; bu da İsrail’in asıl amacının ne olduğunu sorgulatıyor.
Sonuç olarak, İran’a yönelik saldırılar ve Gazze’deki gerginlik, yalnızca bir çatışmanın ötesinde, derin jeopolitik ve sosyolojik çıkarların bir yansımasıdır. İsrail'in bu stratejisi, uluslararası ilişkilerde yeni bir dönüm noktası yaratırken, bölgedeki çatışmaların iç dengesini ve insani boyutlarını göz ardı etmeden yönetmeyi gerektiriyor. Buradan hareketle, Orta Doğu’daki bu karmaşık yapının daha da derinleşeceği aşikar görünüyor.